17 Şubat 2010 Çarşamba

Gezi Yazıları 1: Roma gezi rehberi


Roma tek kelimeyle muhteşem bir şehir… Avrupa’nın ve belki de dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Kendisini süslü ve biraz da yapmacık tarzıyla pazarlamaya çalışan ve bunu da oldukça iyi başaran Parisin yanında, yıllanmış bir duru bir güzelliğe ve doğal bir çekiciliği sahip… Yani tam anlamıyla kaygısız bir şehir denilebilir…  Fransızlar “Seule Paris est digne de Rome; seule Rome est digne de Paris” yani “ancak Paris Roma’ya layıktır; ancak Roma Paris’e layıktır” diye Roma’yı özetler. Kardeş şehir olmalarına karşın, kız kardeş Paris ahalisinin ve de genelde Fransızların Roma’yı biraz kıskandığı düşüncesi ben çoktan kök salmış durumda.
Her köşeyi döndüğünüzde tarihin derinliklerinde getirip size sunacağı yapıları, ki bunu çekemeyen bazı  Avrupalı dostlar “mostly ruins” diye küçümsemektedir ama aslında görebilen için daha önemli mesajlar verir,  doğallığı ve bazen de tüm heybetiyle karşınıza dikiliverir ve binlerce yıllık bir medeniyetin canlı bir heykeli olduğunu hissettirir size.  Roma’da attığınız her adımda geçmişten geleceğe uzanan bir büyük medeniyetin ayak izlerini görürsünüz. 

Rönesansın izleri, tabiri caizse Röneransın başkenti olan Floransa’ya ( Firenze) nazire yaparcasına Roma şehrinin ruhunda kendine önemli bir yer bulur. Bir de tabi ki Vatikan ki St. Peter's Basilica’sına girdiğiniz zaman o görsel şölen karşısında hayretten ağzınız açık kalacaktır. Kimileri için dini herhangi bir hissiyet oluşturmayan bu yapının Hıristiyanlar için ne kadar önemli olduğunu çevrenizdeki insanlara bakınca hemen anlayıverirsiz. 
Almanya, Lüksemburg veya Hollanda civarında yaşıyorsanız eğer kesinlikle gitmemeniz gereken bir şehir. Çünkü o tarihsel dokuyu, muhteşemliği ve tabiki iklim şartlarını gördükten sonra geri döndüğünüzde kendinizden ve ülkenizden nefret edebilirsiniz. Ya da giderseniz kısa süre kalmanızda ve hemen geri dönmenizde fayda var ki gördükleriniz sadece bir rüya olduğunu düşünür ve kendi kendinizi avutabilirsiniz.
Romayı iki güne sığdırmaya çalışmak tam bir insanlık suçu ki bunu Romaya bizim gibi iki günlüğüne giderseniz dönüş yolculuğunda anlıyorsunuz ve de suçunuzu kabul edip beraber gittiğiniz şahsı muhteremle dönüş yolculuğunda konuşmamanızı tavsiye ederim.  Romadan alınacak ilk ders en az üç tam gün ayrılması gereken bir şehir olduğudur.
Lüksemburgtan arabayla gecenin köründeFrankfurt Hann’a ve ordan İrlanda şirketi RyanAir ile Romaya ve de Campioni Havaalanından Shuttle Bus’ı alıp şehir merkezine kadar uzandı kısa yolculuğumuz…  Bu arada uçağın pilotunun “eğer suyu dökerseniz panik yapmayın” gibi sözlerle şebeklik yapıp sizi güldürmeye çalışması veya “now keep your money ready to pay for our delicious foods and drinks” diyerek seyyar satıcı havasında pazarlama yapması ya da shuttle bus’a binince “abi hemen kalkıyoruz” denildikten sonra 30 dakika otobüsün dolmasının beklemesi gibi vakalara rastladığınızda bir Türk olarak “memlekete mi gidiyorum lan” demekten kendinizi alamayabilirsiniz … Hele bir de çaktırmadan uyanıklık yapıp sıranızı kapmaya çalışan bir embesili gördüğünüzde sanki “Birader ateş var mı?” diyecekmiş zannediyorsunuz. Ama Termini istasyonun arkasında yan parkedilmiş bir araba görünce bizim daha iyi araba kullanan bir millet olduğumuzu hatırlayıp farklı bir ülkede olduğunuza kanaat getirirsiniz.
Termini akşamları şehrin en tehliki yeridir denir ancak her ne kadar serseri üç beş tip görsek de herhangi bir tehlike atlatmadık ancak uyarıları dikkate alarak çantamızı önümüzde cüzdanımızı iç ceplerimizde taşıdık. Terminiye 250 metre mesafedeki olan ve booking.com’dan ayarladığımız otele ve uçak biletine kişi başı toplam 97,8 Euro vediğimizi ve otelde kahvaltının dahil olduğunu da ekleyerek gezinin ne kadar ucuza geldiğin altını çizmek isterim ki biz Türklerin en önemli hassasiyetlerinden birisidir.

Romaya gider gitmez yapacağınız iş koşarak Kolezyuma gitmektir ki en azından 4-5 saat bu civarda harcayabilirsiniz. Ancak bizim gibi sabahtan gidip Termini istasyonuna yakın bir mekanda konaklayacaksanız,  otele check in için saat 12:00’ı bekleyip bu arada da Piazza Della Repubblica ve  Michelangelo’nun mimarisinin bir eseri olan ve tarihi bir hamamın yanında bulunan Santa Maria Kilisesini ve yine Kolezyuma gidiş yolu üzerindeki Santa Maria Maggiore Basilikasını görmeniz zamandan tasarruf anlamına gelecektir.
Fotoğraf çekmeyi sevenler için en iyi yerler,  kolezyumun batısındaki  “Arch of Constantine” nin yanı  ve bir de kuzey batısında  Victor Emmanuel  anıtına giden yoldur.  Yönlerle aram pek yoktur ya neyse… En iyi zamanlar ise ikindi vakti ve tabi gecedir.  Ancak Victor Emmanuel  anıtına giden yolun aydınlatması aşırı fazla ve beyaz renk olduğu için bu yolda iyi gece fotosu çekmek pek mümkün değildir. O sebeble sol taraftaki merdivenlerden çıkılarak kolezyunum güzel fotoğrafları çekilebilir. Hatta üç ayağa da ihtiyacınız olmayacaktır. Ayrıca kiliselerdeki girişte bulunan sadaka sandıkları da üç ayak işlevi görmekte oldukça başarılıdır doğrusu… 

Tabi Pariste Eyfelin karşısında 1 Euroya teneke Eyfel hediyecikleri satanların yerini burada özellikle profesyonel fotoğraf makinaları için üç ayak satan hintli ve zencilerin aldığını göreceksiniz.  
Seyyar satıcı demişken de aynı Türkiyedeki gibi pazarlık etmekte azami fayda vardır… Normal  şartlarda pazarlık yapmak isterseniz Avrupanın bir çok yerinde suratınıza mal mal bakacaklardır çünkü pazarlık herifçioğullarının kitabında yoktur İtalya müstesna.  Beraber gezdiğim kardeşimi deşifre etmek gibi olmasın ama 35 Euroluk hediyeyi 10 Euroya kapatmıştır kendisi.
Birinci gün için Victor Emmanuel  anıtı (Piazza Venezia), Pantheon, Trevi Çeşmesi, Piazza Novano görülecek ve bolca foto çekilecek mekanlardır. İlk gün bu sayılan mekanları gezmek de fayda vardır çünkü ikinci gün Vatikanda fazlasıyla vakit harcanacaktır. Piazza Novano meydanındaki ünlü ristorante’lerde güzel bir akşam yemeğinin iyi bir fikir olma ihtimali, cebinizdeki parayla orantılıdır ancak asla Paris’tekiler kadar pahalı olmayacaktır. 

Tabii Trevini çeşmesinden biraz bahsetmek gerek. Aşk çeşmesidir kendisi. Turistler arkalarını dönüp bozuk paralarını havuza atar ve böylece rivayete göre Romaya tekrar gelmeyi garanti altına alırlar. Işıklandırması muhteşem olup sudaki yansımalarla beraber çok tatlı gece fotoğrafları çekilebilir.
Bu arada lütfen ama lütfen fındık kadar küçük  kompakt kameralarla gece fotosu çekmeye çalışmayın çünkü profesyonel bir kameradan çıkan fotoları görünce kendi makinanızı aşağılar ve horlarsınız ve de insanlığa olan sevginizde gözle görülür derecede azalma olur.  Ben aynısını Pariste yaşamıştım epey süre kendime gelememiştir.
 İkinci güne Vatikandan, dünyanın en küçük ülkesinden, başlamalı ve de sabahın erken saatlerinde Piazza San Pietro’ya ulaşmalı. Nedeni  hem 3-5 saat orada geçirecek olmanız hem de öğleye kadar güneşi arkanıza alarak güzel fotoğraflar çekme ihtimali. Piazza San Pietro’da fotoğraf çektiren rahibeler görürseniz şaşırmayın hepimiz insanız sonuçta rahibe de olsak vaize de… Belki onlar facebook için profil fotosu yapmayacaklardır kim bilir.

San Pietro Kilisesinin içindeki o muhteşen sanatı gördüğümde ilk düşündüğüm şey “ulan bu adamlar dikkatleri dağılmadan nasıl burda ibadet edebiliyorlar” idi. Gerçekten öylesine iyi bir işçilik var ki insan hayretler içinde kalıyor. Günah çıkaracağım dersenin en uç bölüme kadar girme şansınız  olabilir ki şiddetle tavsiye ederim. Tabi bu arada Müzeye girip Vatikanın haçını görüp çaktırmadan bir fotoğraf çekilebilir…  ne var ki ben kurallara uyan üslubumu bozamadım çoğu zaman…  Yine bu güzel geziyi paylaştığım sevgili kardeşimin kural tanımaz kimliğinin altını bir kez daha çizmeliyim….

Vatikanın en geniş açılı fotolarını çekmek için nehre doğru yürüyüp National Museum of Castel Sant'Angelo’ya çıkmak gerekir. Tabi kalenin girişinin bir bedeli vardır ve gişe görevlisinin bozuk para kalmadı arkadaşlar yoksa size bilet veremeyeceğiz diyebileceğini hesap ederek bozuk para hazırlamak gerekebilir. Ayrıca kalenin içindeki müzeyi  eğer iyi bir müzeseverseniz gezebilirsiz ve antik bir örgüde çocuk emziren kurt figürünü görünce hemen Türk destanlarını hatırlarsınız.
Efsaneye göre,  Romus ile Romulus adlı ikizler amcaları olan kral tarafından  “bunlar büyür benim tahtımı elimden alır” korkusuyla bir sandığa kapatılıp nehre attırılırlar ve derken bunlar kıyıya vurur ve işgüzar bir dişi kurt (belki de kısırdı çocuğu olmuyordu ya da çocukları biraz büyütüp yemeye karar vermişti) bunları bulur, emzirir, büyütür ve derken bunlar okullu olur sınıfları doldurur… En sonunda da Kral Amilusu öldürüp dişi kurtun kendilerini bulduğu yerde Roma yı kurmaya karar verirler.
 Castel Sant'Angelo’dan sonra nehrin karşı tarafına geçerek yürüme mesafesinde olan Piazza del Popolo ve ordan da Piazza di Spagna’ya  mutlaka gidin ve Piazza di Spagna’daki kafelerin birinde mutlaka Roma dondurmasının tadına bakın. 

Tabi vaktiniz  hala var ve ayaklarınız 3 numara büyümemişse şanslısınız. Bu noktada nehri takip ederek gün batımı için güzel fotoğraflar çekme şansınız ve geziyi Campo dei Fiori  meydanında bir yemek yada kahve ile bitirme şansınız var.
Otel ya da havaalanından alacağınız haritadaki yerler için genel bir planlama yapıp harita elinizde geziyi tamamlayabilirsiniz ancak bu durumda da yankesiciler için açık hedefe dönüştüğünüzü unutmayın. Ayrıca haritada San Carlo alle Quattro Fontane’ni göreceksiniz ve bilmeniz gerek şey oraya gitmemeniz. Yoğun trafiğin olduğu dörtyoldaki şekilsiz 4 sebil işte. Zaman kaybı olacağı açıktır.
Tabi benim gibi stadyumsever bir insansanız Roma Olimpiyat stadına 2 günlük bir gezide zaman ayırmak tarihe ve şehre saygısızlık olabilir ve bir de İtalyanların daha para karşılığı stadyum gezdirmeyi keşfedemediklerini söylemek isterim.  Milano (Sansiro) ve Floransa (Stadio Artemio Franchi) daki hayalkırıklıklarım hala hafızamda.
 Sonuçta dönüş vakti gelmiştir ki unutmamanız gereken şey Terminiden en son 20:00 ve 21:30 da Championi Havaalanına Shuttle Bus’lar var ve italyanların çok da dakik olmadığını yine hesaba katmanızda azami yarar vardır.


    

1 yorum:

  1. Çok başarılı bir yazı, teşekkürler. İmdadımıza yetişti.

    YanıtlaSil