17 Nisan 2010 Cumartesi

Gezi Yazıları 2: Barcelona gezi günlüğü

Evet yine yollardayız gecenin bir yarısında… Ekip değişmiş ancak aynı ruh ve aynı heyecenla yelkenler fora Barcelona…
Bu kez Lüksemburg'tan "shuttle bus" ile Frankfurt Hann havaalanına, ordan en sevdiğimiz havayolu şirketi Ryanair marifetiyle Girona havaalanına ve yine "shuttle bus" ile Barcelona’ya… Toplamda 8 saat civarında bir yolculuk sonrasında Barcelona'nın güneşli havasını içimize solumaya hazırız…
Barcelonaya gidiş amacınız gezmek-görmek ise, merkezde bir yerde, herhangi bir hostelde kalıp parayı başka şeylere harcamanızı şiddetle tavsiye ederim çünkü otel fiyatları ile hostel odaları arasında ciddi farklar var. Barcelonaya gitmek isteyenlerin, Ryanair ile uçmaları ve hostelde kalmaları şartıyla 4 günlük bir geziyi 200-250 Euro’ya maledebileceklerini de söylemekte fayda var. Diğer yandan, Barcelonaya gitmeye karar vermişseniz cüzdanınıza biraz fazlaca el atmanız gerekcektir. Sagrada Familia’da ödediğiniz müze giriş bedeli dışında harcadığınız herbir kuruşun karşılığını sonuna kadar alacağınızı garanti etmek mümkün.
Easter(Paskalya) tatilini değerlendirmek amacıyla ayak bastığımız Barcelona şehrinde yaşadığımız ilk şok, Türk populasyonunun inanılmaz derecede fazla olmasıydı. Daha sonra, Türkiye’den bu dönemde yoğun turlar olduğunu öğrenip biraz sakinleşiyoruz. Tabi, Türkçe konuşurken dikkatli olmanızda azami derecede fayda var :)) Türkiyeden 4 günlük Barcelona turlarının 750 TL civarında olduğunu da düşünürsek orta-üst gelir grupları için oldukça uygun bir seçim denilebilir.
Hostelden “bus turistic” kartını 4 Euro'ya alıp, müzeler dahil 10 Euronun üzerinde kar ettik ki bedava aldığımız güzel bir Barcelona haritası cabası… Ayrıca 5 hatlı Barcelona metrosunun her hattında geçerli olan 10’luk bir metro kartı (7 Euro civarı) almak oldukça mantıklı.
Artık şehirdeyiz ve kahvaltı sonrası soluğumuzu şehrin en büyük şantiyesi Sagrada Familia’da alıyoruz :)) İnşası 1882 yılında başlayan katedral…. ve ünlü Katalan mimar Gaudi'nin 1883 ylından sonra çalışmaları yönetmeye başlaması… 1926 yılında Gaudi'nin ölümü... O’nun planları ile devam eden çalışmaların günümüze kadar sürmesi… Uzun hikaye ancak 2026 yılında Gaudi'nin ölüm yıldönümünde onun anısına inşaat tamamlanacak diyenler var… Ancak itiraf etmeliyim ki Milano'da gördüğüm Duomo di Milano katedralinden sonra gördüğüm en güzel yapılardan birisi…


Fotoğraf için en uygun alan ise daha eski ve güzel görünen, müze çıkışının olduğu taraftır ve burada bulunan havuzun arkasından oldukça güzel gece fotoğraflar çekilebilir.
Gezinin ikinci önemli durağı Camp Nou… Metro ile kolayca erişimin yapılabileceği stadı dışarıdan görünce büyük bir hayal kırıklığı yaşarsınız… Özellikle Fenerbahçe Stadı’nın dışarıdan muhteşem bir görüntüsü varken Camp Nou’nun bu kadar sönük kalması tabiki şaşırtıyor insanı ancak stada girince gördüğünüz muhteşem manzara karşısında futbola dair tüm bildiklerinizi en yakın geri dönüşüm kutusuna gönderiyorsunuz.
Doğru bir zamanda Barcelonaya giderseniz, bizim gibi Barcelona’nın bir maçını izleme şansınız olacaktır ki bu durumda, 4 Euroya aldığınız “bus turistic” kartı yanınızda ise maç bileti için %5 civarı bir indirim alabilirsiniz. Bu indirim Real Madrid maçlarında geçerli değildir :))
Bu arada maça bilet alsanız da Müzeyi gezmeyi ihmal etmeyin. Eğer futbola biraz ilginiz varsa o sahaya ayak basmak, Laporta'nın koltuğuna kurulmak, soyunma odasında P. Guardiola’nın taktik verdiği tahtanın önünde poz vermek, basın odasını görmek, bir sezonda kazanılan 6 kupayı görmek ve "Barca Tarihi" gösterisini büyük ekranlarda izlemek ve o anları tekrar yaşamak... Evet artık resmi bir Barca taraftarı olmak için yüzde yüz hazırsınız ama tek eksiğiniz bir forma…. ve karşınızda muhteşem Barcastore :))



Antiparantez belirtmekte fayda var ki gişede bilet kuyruğunda iken Sayıştay’dan üç meslektaşımızla karşılaşıyoruz ve de dünyanın ne kadar küçük olduğunu bir kez daha deneysel olarak kavrıyor, mütemadiyen şaşırıyor ve mutlu oluyoruz.
Akşam yemeği için soluğu Las Ramblas’da yani şehrin en kalabalık, cıvıl cıvıl, sahile kadar uzanan, trafiğe kapalı ama eğlence sonuna kadar açık caddesinde alıyoruz. Metroda Ras Lamblas’ı piazza, piace, place vs olarak betimlemeye çalışırsanız fırça yiyebilirsiniz hazırlıklı olun :)) Ras Lamblas’ın havasını soluklayıp denizin gecenin ışıkları ile buluşması izleyerek yorgun düşüyoruz. Ancak bu yorgunluk bile Sagrada Familia’ya geri dönüp birkaç gece çekimi yapmamıza engel olmuyor…


İkinci güne Sagrada Familya'nın için gezmek hedefiyle başlamak mantıklı görünüyor. Bu noktada içeri girmek için 100 metrelik bir kuyruk görsek de kaybedeceğimiz zamana aldırmadan ve müze giriş ücret olan on küsür Euro’yu önemsemeden kuyruğa ekleniveriyoruz… İçeri girince “ayıp kardeşim insan en azından adam gibi bi kaç haç koyar yaa” ya da “bari şu kum ve çimetoları biraz toparlayın ayıptır” gibi abuk sabuk tepkiler veriyoruz. Arkadaşlarla birlikte müzeye verdiğimiz giriş bedelini sessizce TL’ye çevirip canımızı sıkıyoruz. Tam o anda en azından asansörle üst kısımlara çıkıp güzel bir Barcelona fotoğrafı çekelim diyoruz ki, asansör için ayrıyeten para ödemeniz gerektiğini ve en az 2 saatlik sıra olduğunu görünce “….…” diyerek müzeden dışarı çıkıyoruz. Hatta bir ara gidip, kuyruktakileri uyarma ihtiyacı hissetsek de boşver biz düştük onlar da düşsün diyoruz :))

Sagrada Familia, son tahlilde, dışarıdan gündüz ve gece muhteşem bir yapı olmasına karşın içeriden tam bi şantiye… Gidin, görün, tadını çıkarın ama asla içeri girmeyin.

Şimdi ise şehrin tarihi sokaklarını, Boğa güreşi arenasını, Katalunya Katedralini gezme zamanı… Ve de sahile doğru adımlayıp Büyük Akvaryumu gezip köpek balıkları ile birkaç poz çektirme olası faaliyetler… Özellikle göl ve dere kenarında yaşıyor ve balık olarak sadece sazan görmüşseniz oldukça etkileyici bir mekan…


Sahilde güzel balık yemekleri, mesela tuna şiş vs yenilebilir ancak asla Katalan ekmeği sipariş etmeyin. Çünkü altı dilim minyatür ama bildiğimiz normal ekmeğin üstüne domates suyu döküp faturaya 3 Euro civarı bir rakamı ekleyiveriyorlar. Bu arada masadaki arkadaşlarınızla genel minicik ekmekleri eşit paylaşım konusunda polemik yaşamamaya özen gösterin :)))


Katalunya katedrali civarında bir TeaShop buluyoruz ki yüzlerce çeşit çay bir arada… Ancak siyah çaylardan bir tanesinin kilosunun 100’dan fazla olduğunu görünce her ne kadar çay tiriyakisi olsam da ufak adımlarla mekandan çıkıyor ekibin ruhani liderini birkaç gram çay alırken yalnız bırakıyorum :))

Akşam saatleri yaklaşmakta ve Picasso müzesine gitmek için uygun bir vakit sanırım. Pavlo Ruiz Picasso demişken Meninas’a dair birkaç söz söylemek gerek. Picasso bu resme takıntılıdır ve de kübik bir yaklaşımla kendi resmini cizer… Meninas’ı farklı bakışla çizdiği bu resmi Google görsellerde aratırsanız göreceksiniz ki, abuk sabuk kareler vs’den ibaret olup anlaşılması oldukça güçtür :))

Velazquez'in cizdigi super "Meninas" tablosunda ise sunlar var: prenses ve nedimeleri, köpek, ressamın kendisi, aynada kral ve kraliçenin yansımaları ile en arkada onlara bakan bir adam, incik boncuk gibi şeyler var ve cizimler gayet güzel… yani adam gibi resim iste :))

İsletme bölümü hocası Muhan Soysal bir derste tepegöze önce Picasso'nun resmini sonra da Velazquez'in Meninas resmini koyar. Birinciden bisey anlamayan öğrencilerin jetonu ikinci resmi tepegozde görünce duser :)) İkinci resmi görünce Picasso'nun resmindeki öğelerin ne olduğunu ve bu resmin Meninas'ın tablosuna gönderme olarak yapılmış olduğunu fark eder tüm sınıf.
Ve Muhan Soysal unutulmayacak o dersi verir:
‘Hayatta hiçbirşey Meninas resmi kadar belirgin ve net değildir. İş hayatı gerçekleri size Picasso’nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak gösterir.
Picasso’nun resmine bakıp, Meninas’ı görebilenleriniz Başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış anlamlar çıkarmaktan gerçekleri hiç göremeyecek.”
Bu arada daha önce postmodern literatürden okuduğum bir kitabın arka kapağında bir resimden bahsedildiğini ve bu resim çerçevesinde entellektüellik ve söylem üzerine Foucault tarafından yapılan muhteşem bir analizi hatırlıyorum şimdi. Yapılan analiz resmin içinde ressamın da çizilmiş olması üzerine. Ancak bu resmin Las Meninas olduğunu çoktan unutmuşum malesef. Hemen Foucault'un analizine bir paragraf açalım:

Foucault’ya göre entelektüel; söylemin esiri olmadan, ancak söylemin etkilerini gözlemleyemeyecek kadar da uzaklaşmadan toplumu izlemeli ve çeşitli güç ilişkilerini açığa çıkarmalıdır. Velazquez’in kraliyet ailesinin tablosunu yapan ressam olarak kendini de resmettiği bu ünlü tabloda anlatılmak istenenin bireyin hem sosyal gerçekliğin yaratıcısı, hem de öznesi olduğu düşüncesinden hareket eden Foucault, bu sosyal gerçekliği çözümlemek için en uygun alanın söylemin ne içerisinde, ne dışarısında kalmak yani söylemin tam kıyısında, eşiğinde durmak olduğunu ifade etmiştir. Foucault’cu düşüncede söylem her yerdedir ve herkesi adeta esiri yapmıştır. Söylemi üretenlerin dahi onun dışında kalabilmesi mümkün değildir.
“Sanat sanat içindir” diyerek Picasso müzesinden ayrılıp, akşam saat yedide “Magic Fountain of Montjuic”e doğru hareketleniyoruz. Müzik ve ışık oyunları eşliğinde muhteşem bir su şovu… Onbinlerce kişini izlediği soluksuz geçen 2 saat sonunda huzura eriyoruz…


Daha sonra, Gaudi’nin tramway altında kalıp ölmeden önce bitirmeyi başardığı o evlerden bir kaçını görmeye gidiyor, görmekle yetinip otelimize dönüyoruz

İki günde yaşadıklarımız aslında Barcelona'nın güzel bir özeti… her köşe başında size öyle güzel süprizler hazırlıyor ki hayran olmamak elde değil.

Üçüncü günün sabahında artık nefesler tutulmuş durumda.. Artık maç günü…
Günü değerlendirmek için İspanyol Köyü denilen mekana gidiyoruz. İçeride İspanya'nın belirli yörelerinden değişik mimari tarzların ürünü evler, sanat ve sergi mekanları, muhteşem el sanatı ürünlerin yapım ve satış yerleri, flamenko dans gösterisi, tabiki restoranlar ve siesta için çayırlar çimenler mevcut.

En çok etkilendiğimiz yer ise cam ustalarının gözlerimizin önünde ürettikleri camlardan çiçek böcek boğa vs yapmasıydı gerçekten. El emeği ve göz nurunu her geçen gün maddi kaygılar karşısında zayıflayıp yokolması karşısında üzülmemek elde değil.

Diğer taraftan girdiğimiz dükkanların birinde 800 Euro civarında el yapımı satranç takımları dikkatimizi çekiyor. Bir tarafta Selahaddin Eyyubi’nin askerleri diğer tarafta ise Haçlıları simgeleyen diğer bir satranç takımı ise gerçekten olağanüstü.. Satıcının 120 Euroya kadar düşmesine karşın ekip olarak liderimizi bu takımı almaya ikna edemiyoruz :))


Öğle yemeğinde tapasların küçük tabakları simgelediği artık öğrendiğimiz için başka bir şey yemeye karar veriyor ve paella yiyoruz. Tavuklu, balıklı, etli ve sebzeli yapılabilen bir tür pilav ve de hatırı sayılır derecede lezzetli.

Akşam vakti yaklaşınca havayı yerinde solumak üzerek artık Camp Nou’ya doğru yol alıyoruz. Formalar üzerimizde. Messi’nin de gol attığı ve Barcelonanın 4-1 kazandığı maçta, İspanyolların pardon Katalanların :)) futbolu nasıl keyifli bir hale getirdiklerini görüyor ve gıpta ediyoruz. A Bilbao taraftarları ile Barca taraftarları, yani biz, yanyana oturup kavga etmeksizin medenice maçımızı izliyoruz. Maçın ardından Stad boşalsa da manzaranın güzelliği karşısında biraz daha beklemeyi yeğliyor ama sonuçta ayaklarımızı sürüye sürüye Stadı terkediyoruz. Maçı izleyen 70 bin kişinin dakikada bir gelen metro ile şehre taşındığını görünce, toplu taşımacılık konusunda hala öğrenecek çok şeyimiz olduğunu düşünüyoruz ve geceyi son bir defa Las Ramblas yaparak sonlandırıyoruz.


Dördüncü gün öğlen Gironaya gidiyoruz, şehrin merdivenli tarihi sokakları gerçekten çok etkileyici… Kesinllikle görülmeye değer… Yine de yağmurun azizliğine uğrayıp bir restoranda yemek yiyerek vakit geçirmeye karar veriyoruz. La pizza cujiente gibi bir şey yiyoruz. Küçük bir baltası olan özel bir tabakta servis eilen pizzavari bir yiyecek. Altı çok daha set olduğu için kendiniz parçalara ayırarak yiyorsunuz.

Artık dönüş vakti gelince Gironadan ayrılıp Girona havaalanına gidiyor ve bu güzel geziyi hoş anılarla, harika fotoğraflar ve tatlı bir yorgunlukla sonlandırıyoruz.

1 yorum:

  1. Yazı için teşekkürler. Oldukça faydalı. http://www.uistanbul.net

    YanıtlaSil